Geçen hafta okulda çektikleri fotoğraf, buzdolabımızın üstündeki yerini aldı.
Zeyno’cum,
İlk 1 yılının ardından
bu bloğa yazmaya devam ettiğime ve özellikle hayatındaki “kaydadeğer” şeyleri buraya
not düştüğüme göre, ilkokula başlamanı da yazmalıyım elbette. Her zamanki gibi
yazacağım olayın başlangıcıyla eşzamanlı not düşmeyi beceremedim tabii. Ama
aslına bakarsan iyi de oldu, şimdi yazacak daha çok şey var.
Bu kez yazımı sana
hitaben yazıyorum. Bunun nedeni, zaman zaman kendi eğitim hayatımla ilgili
yaptığım sorgulamalar. Sen de eğitim hayatını çoook gerilerde bıraktıktan sonra
bu tür sorgulamalara girersen, bu mektubumu oku lütfen.
En iyisi baştan başlamak
sanırım; yani anaokulundan. Bu konuda detaylıca yazılmış yazılarım var ama yine
de kısa bir özet geçmekte fayda olacak. Çünkü mantığımız seni anaokuluna
yazdırırken nasıl işlediyse, ilkokul için de aynı şekilde işlemeye devam etti.
Sen 3 yaşını henüz
bitirmiştin ki, doğup, 3 seneni geçirdiğin Heybeliada’dan Beylerbeyi’ne
taşındık. Sebep babanın tayini. Ve ben, bu taşınmadan sadece birkaç gün sonra
seni anaokuluna göndermeye başladım. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi 3 yaşını
bitirmiştin; yani uzmanların önerdiği anaokuluna başlama yaşına gelmiştin.
İkinci ve asıl neden ise – açıkça itiraf ediyorum – günün 24 saati içinde
sadece bana ait zamanlar istiyordum artık. Hayalim şuydu; sen anaokulan
gidecektin, senin okulda olduğun saatlerde bana – yalnızca bana – kalacaktı!
Çok kolay olmadı. 15 gün
boyunca geceli – gündüzlü ağladın. Sen ağladıkça ben gittim – geldim ama pes
etmedim. Ve böylece senin keyifli anaokulu günlerin başlamış oldu.
Buradaki kritik konu,
gittiğin anaokuluydu. Babanla hangi anaokuluna gideceğini seçerken ilk
önceliğimiz “evimize en yakın okul”du. Çünkü henüz 3 yaşındayken servisle bir
yerden bir yere gitmeni istemiyorduk. Hele ki İstanbul’da!
Evimize en yakın
anaokulu, kuş uçuşu bakıldığında neredeyse evimizin bitişiğinde olan, yürüyerek
20 dakika, arabayla da 5 dakika uzaklıktaki Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü
Uygulama Anaokulu’ydu. Biz de ilk iş oraya gittik. Evet, kendine ait bir oyun
bahçesi yoktu ama bitişikteki Boğaz’a nazır park kısa sürede sizin olmuştu.
Evet çatı katındaydı ve minik ayaklarınızla 2 kat merdiven çıkmak zorundaydınız
ama bu hiç sorun olmadı. Evet sınıfınızın havalandırması iyi değildi ama Ayşe
Teyze’niz sizin temiz bir ortamda olmanız içinden elinden geleni yapıyordu. Sonuçta başka anne-babalar için çok önemli
olan ve vazgeçemedikleri bu detaylara takılmadık biz. Ve birkaç ay sonra ilk
öğretmenlerin Tülay Hanım, Tuba Öğretmen ve Emine Öğretmen’i daha yakından
tanıyınca çok doğru bir karar verdiğimizi iyice anladık. Böylece, dünyayı
gezmeyi, okumayı, sanatsal etkinlikleri takip etmeyi seven, sıcakkanlı ve güleryüzlü
öğretmenlerini rol model alarak, evden okuluna sadece birkaç daikada
gidip-gelerek, keyifle geçirdin 3 yılını.
Ve 6 yaşını bitirirken,
yani ilkokula başlayacağın sene Karamürsel’e taşındık. Sebep yine aynı.
Ama bu kez, oturacağımız
evi seni düşünerek seçtik. Birincisi, Ada’da doğayla içiçe büyüyen,
İstanbul’dayken “nereye gidelim?” sorusuna “ormana” diye cevap veren, çiçekleri
– böcekleri seven sen, uzunca bir süredir bahçeli ev istiyordun.
Karamürsel’deki evler de bahçeli ve müstakildi. İkincisi, buradaki evlere
yürüme mesefesinde bir ilkokul vardı.
Bu arada “Zeyno okula
başlayacak, gitmeyin o küçük yere. Babası hafta sonları gelir, siz Zeyno’yla
İstanbul’da kalın” diyen arkadaşlarımız çok oldu. Ama bunu bir an bile
düşünmedik. Çünkü biz, bir arada mutlu olan bir aileyiz.
Anaokuluna başlarken
işleyen eğitim mantığımız, ilkokul döneminde de yine aynı çalıştı; ilk öncelik
eve en yakın okulundu!
Evet, Kaytazdere diye
küçük bir yerde otururken, insanın çok da alternatifi olmuyor. Ama seni, İstanbul’un
en gözde kolejlerinden birinin Yalova şubesine, üstelik İstanbul fiyatının
yarısına gönderebilirdik. Böylece sen de havalı bir kolej mezunu olabilirdin. Ancak
hem birkaç özel okul dışında Türkiye’deki özel okulların eğitim sistemine
inanmadığımızdan hem de şehirlerarası bir yolda her gün saatlerce zaman
kaybetmeni istemediğimizden, hiç düşünmeden seni evimize yakın olan ilkokula
yazdırdık.
Şimdi Piyale Paşa
İlköğretim Okulu öğrencisisin. Sınıfın 1-B; okul numaran 108.
Uyum haftası denilen ve
sadece 1. sınıfların okula gittiği ilk hafta, birlikte gidip geldik okula. İlk
gün, ben sınıftan ayrılırken ne kadar endişeli olduğunu bakışlarından anladım.
Hatta gözlerin dolu doluydu. Ama tenefüse gayet neşili çıktın.
Bir hafta sonra sonra bana
“ben artık okula kendim gidebilirim, gelmene gerek yok” dedin. Bazı sabahlar
bisikletinle, bazı sabahlar yürüyerek koyuluyorsun yola. Arada sırf keyif için,
birlikte gidiyoruz. Öğlen yemek yemek için eve geliyorsun, sonra yine okul.
Eğer yolda çam fıstığı
toplamaya ya da arkadaşınla parka takılmamışsan, öğleden sonra 3 gibi evde
oluyorsun. Hava güzelse, komşu ablalarla bizim bahçede toplanıp, birlikte
ödevlerinizi yapıyorsunuz. Hava kötüyse, birinizin evinde.
Mutlu olduğunu
düşünüyoruz. Bu dönemde senin okuluna fazladan harcamadığımız parayla bol bol
geziyoruz. Zaman ne gösterir bilmiyorum ama şimdilik keyfimiz yerinde.
Seninle ilgili olarak
hayattaki ilk önceliğimiz mutlu ve keyifli bir çocuk olman. Doğru ya da yanlış,
senin için seçimlerimizi buna göre yaptığımızı bil lütfen.
Bir hafta içi sabahı